Hukuk Uygulamasında Çocuğun Üstün Yararı İlkesi

Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 1. maddesi ile taraf devletler tarafından her insanın 18 yaşına kadar “çocuk” sayılması taahhüt edilmiş ve devletler tarafından çocuk olarak yaşama hakkı kabul edilmiştir. “Çocukluk” bu sözleşmeden itibaren ulusal ve uluslararası metinlere daha fazla girmeye başlamış ve zamanla hukuksal bir nitelik kazanmıştır.

Çocuğun Yüksek Yararı İlkesi ise çocuğun ön planda tutulması gerekliliği ile ilgili temel bir prensip olup her türlü konuda göz önüne bulundurulması gerekmektedir. Çocuğun yüksek yararı, zamandan ve mekândan bağımsız olarak değişikliklere uğradığı gibi, aynı zamanda her anlamda yine zaman ve mekân fark etmeksizin korunması gereken bir olgudur. Çocuğun yüksek yararı ilkesi başlığı altındaki en büyük problem, çocuğun yararının somut olarak ne olduğunun belirli olmaması ve gerek kendi iradesini öne süremeyecek yaşta olan çocuğa karşı ebeveynleri tarafından; gerek mahkemelerce bu soyut kavramın diğer üstün kabul edilen değerler altında ezilme tehlikesidir. Soyut olarak çocuğun yüksek yararı ilkesinin somutlaştırılması zor gözükse dahi en azından mahkemelerce çocuk ile ilgili verilen kararlarda bir birlik oluşturulduğu takdirde en azından çocukların yargı mercileri önünde mağdur edilmesinin önüne geçilebilmesinin ilk adımı atılmış olacaktır. Bu anlamda bir mevzuat oluşturulması zor gözükse dahi ilk adım olarak mahkemelerce bu konuda birlik sağlanması büyük bir adım olarak nitelenebilir.

Bu yönde çalışmalara başlamak adına en azından çocuğun yüksek yararının tam anlamıyla ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Çocuğun yüksek yararı, çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal gelişiminin sağlanabilmesi için öncelikli olarak çocuğun haklarının ön planda tutulması ve faydasının gözetilmesidir. Çocuğun yüksek yararı ilkesini korumaya çalışırken şu ayrıma dikkat etmemiz gerekmektedir: Amaç sırf çocuğun aile ortamı içerisinde büyümesi adına temelinden sarsılan evlilikleri devam ettirmek olmamalıdır. Aile birliği yitip gitse dahi evlilik birliğinden ziyade çocuğu ön planda tutup haklarını korumak ve çocuğun faydasına olacak şekilde hareket etmek ve bu yönde karar vermek çocuğun yüksek yararını korumak ilkesinin tam karşılığı olacaktır.

BM Çocuk Hakları Komitesi’ne göre BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin genel ilkeleri: ayrımcılık yasağı, çocuğun yüksek yararı, çocuğun yaşama hakkı ve çocuğun görüşlerini ifade etme hakkıdır. Bu ilkeler, sözleşmede yer alan ve çocuğa tanınmış bulunan diğer bütün hakların uygulanması bakımından gözetilmesi zorunlu ön koşullardır. Bu ilkelerin uygulanabilmesi adına somut bir nitelik oluşturmaktan ziyade ilkelerin özünün ve içeriğinin her olaya ayrı ayrı uygulanabilmesi adına her bir olayın kendi içerisinde değerlendirilmesi gerekliliği ortadadır. Belki de bu nedenle çocukların dünya üzerinde bu denli mağdur olmasına rağmen yargı birliği kurulamamış ve bu konuda bir mevzuat oluşturulamamıştır.

Bir konu hakkında karar verilirken farklı yararlar göz önünde bulunduruluyorsa, çocuğun yüksek yararı neyse öncelikli olarak o değerlendirilmeli ve dikkate alınmalıdır. Çocuğa/çocuklara ilişkin bir karar alınacaksa bu hakkın mutlaka gözetileceği güvence altında olmalıdır. Yasal bir hükmün birden çok yoruma açık olması durumunda, çocuğun yüksek yararı açısından en uygun olan yorum seçilmelidir. Bir çocuğu ya da bir grup çocuğu etkileyecek bir karar verileceği zaman, karar alma sürecinde bu kararın ilgili çocuk ya da çocuklar üzerindeki olası olumlu ya da olumsuz etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun yüksek yararının değerlendirilmesi ve belirlenmesi usule ilişkin güvenceler gerektirir. Ayrıca, alınan herhangi bir kararın gerekçesinde bu hakkın gözetildiği açık bir biçimde görülmelidir.

Yüksek yararın belirlenmesinde çocuğun sürece anlamlı biçimde katılımı sağlanmalıdır. Sırf çocuğun yüksek yararını sağlamak amacıyla tamamen çocuktan bağımsız karar verilmemeli söz konusu çocuk sürece uygun oranda dahil edilmelidir. Çocuk süreçle ve olası çözüm yollarıyla ilgili olarak bilgilendirilmeli ve çocuktan bilgi alınmalıdır aynı zamanda çocuğun konu ile ilgili görüşü sorulmalıdır.

Çocuğun yüksek yararı ilkesi bağlamında karşımıza çıkan en büyük çıkmazlardan birisi de evlilik birliği sonlanan anne ve baba tarafından velayet davasına konu edilen çocuğun soy ismini babasından alması ancak mahkeme tarafından kimi durumlarda velayet hakkının anneye verilmesi durumudur. Bu soruna çözüm getirmekte fayda var zira somut durumlar teker teker incelendiğinde velayet hakkı annede olan çocuğun babasının soy ismini kullanmaya devam etmesi durumunda uygulamada anne ve çocuğun soy isimlerinin farklı olması neticesinde karışıklıklar yaşanmaktadır. Ayrıca toplum içerisinde henüz kendi hür iradesi ile hareket edemeyen çocuğun annesine olan ihtiyacı da bu sorunları derinleştirmektedir. Örnek vermek gerekirse çocuğun kaydolmak için götürüldüğü okuldaki en ufak bir işlem ya da imza dahi bir krize dönüşmekte; adeta çocuk mağdur edilmektedir. Bu sorunu aşmak adına yargı birliğini sağlama çalışmaları netice vermiş ve son dönemde Yargıtay bu konuda yerleşik içtihatlar oluşturmaya başlamıştır. Yargıtay 2. HD., E. 2021/4603 K. 2021/6276 T. 20.9.2021 kararında çocuğun yüksek yararı ön planda tutulduğu müddetçe Çocuğun Annesinin Soyadını Kullanmasına izin verdiği görülmektedir.

Sonuç olarak ülkemizde özel hukuk alanında, bilhassa velayet davaları bakımından “çocuğun yüksek yararı” ilkesinin uygulanması değerlendirildiğinde, görünürde mevcut durumun iyi ilerletildiği belirtilebilir. Ülkemizin BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne çekincesiz bir şekilde taraf olması, TMK’de ilgili ve gerekli düzenlemelerin bulunması, aile mahkemeleri gibi uzmanlık mahkemelerinin kurulmuş olması, sosyal hizmet uzmanlarının da sistemin bir parçası haline getirilmesi ve özellikle son yıllarda verilen kararların çoğunda “çocuğun yüksek yararı” ibaresinin geçmesi ülkemizde bu alanda bir sorun kalmadığını düşündürebilir. Bu durum daha da ilerletilerek hakimlerin ve sosyal hizmet uzmanlarının mutlaka meslek içi eğitimler alması ve avukatlara daha üniversite yıllarından başlayarak çocuk hakları konusunda yeterli bilgi verilmesi hatta gerekirse çocuk hakları ile ilgili derslerin üniversite müfredatında ana ders niteliğinde okutulması; toplumda bu konuda farkındalık oluşturulup, bilinç düzeyinin yükseltilmesi ve çocuklara ilkokuldan başlayarak hak arama yollarının anlatılması ülkemizi yargısal anlamda bu konuda öncü bir pozisyona getirecek ve çocukların mağduriyetinin en aza indirilmesine vesile olacaktır.